Büyük Hun İmparatorluğu

 Hun İmparatorluğu ve çin

Orta Asya Türk göçleri sırasında göçe katılmayıp Orta Asya’da kalarak Orta Asya’nın doğusunda, Orhun ve Selenga ırmakları çevresinde toplanan ve Hun adı verilen bu Türkler, Çin’in kuzeyine doğru yayılmışlardı. Çinlilerin Hiung-Nu (fiiyung-Nu) dedikleri Hunlar tarafından Orta Asya’da ilk Türk hâkimiyeti gerçekleştirilmiştir. İnsan, halk anlamına gelen Hun adını taşıyan bu Türklerin, Orta Asya’da Büyük Hun, Orta Avrupa’da Avrupa Hunları, Kuzey Hindistan’da da Ak Hunlar adıyla üç ayrı yer ve zamanda siyasi devletler meydana getirdikleri görülmektedir.

Tarihte bilinen ilk büyük Türk devleti Büyük Hun İmparatorluğu’dur. MÖ 7. yüzyılda yapılan Türk göçlerine katılmayan Türk topluluklarınca kurulan Büyük Hun İmparatorluğu, ilk dönemlerde Orhun ve Selenga ırmakları ile Ötüken ve Ordos bölgesinde yaşamışlardır. Büyük Hun İmparatorluğu hakkında ilk bilgiler, MÖ 318 yılına ait Çin ile yapılan ve Çince yazılmış bir antlaşma metnidir. Nitekim Hun Türklerinin akınlarından korunabilmek amacıyla Çin Seddi’nin 3. yüzyılın sonlarında tamamlandığı bilinmektedir. Bu antlaşma ayrıca, Orta Asya tarihinde bilinen ilk yazılı antlaşmadır. İmparator Shih-Huang-ti (MÖ 247-210) Hun akınlarını durdurmak amacıyla, kuzey sınırında inşa edilmiş olan kale ve kuleleri bir duvarla birleştirerek ünlü Çin Seddi’ni meydana getirmiştir (MÖ 214).

1) Teoman Dönemi (MÖ 220-209)


Hunların bilinen ilk hükümdarı olan Teoman’dan, Çin kaynakları Tuman olarak bahseder. Şanyü veya Tanhu unvanları ile de anılan Teoman, birbirinden ayrı yaşayan Türk boylarını birleştirerek tarihte ilk Türk birliğini sağlamıştır. 11 yıl hükümdarlık yapan Teoman Şanyü dönemindeki Türklerin askerî üstünlüklerinde, süvarilerin önemli bir yeri vardır. Çin’e karşı yapılan akınlarda önemli topraklar kazanan Türk süvarileri, Çinlileri zor durumda bırakmakla kalmamış, onları ünlü Çin Seddi bile durduramamıştır.

Teoman’ın en büyük oğlu ve veliahdı Mete idi. Fakat Teoman’ın başka bir eşinden bir oğlu daha vardı. Mete’nin üvey annesi onun yerine tahta kendi oğlunun geçmesini istediğinden Teoman’ı oğlu Mete’ye karşı kışkırtmıştı. Teoman, Yüeçilerin kuvvetli olduğu bu dönemde karısının da etkisinde kalarak Mete’yi Yüeçilere rehin olarak verdi. Ardından da Yüeçilere savaş açtı.

O tarihlerde Hunların en güçlü komşuları Tung-hular (Moğol-Tunguz kabilelerinin oluşturduğu birlik) ile Yüeçilerdi. Mete’nin Yüeçilerin elinde ne kadar süre rehin kaldığına dair bir bilgi yoktur. Bir fırsatını bulunca Mete, Yüeçilerin elinden kurtulmayı başardı. Geri dönmesine sevinen ve takdir eden babası, onun emrine 10.000 kişilik atlı bir kuvvet verdi. Mete çok disiplinli bir şekilde ordusunu yetiştirdi. Babasını, üvey annesini ve kardeşini kendisine bağlı askerleriyle öldürüp, Hun tahtını ele geçirdi. Başka bir rivayete göre ise Mete, bir av sırasında babasını öldürerek Hun tahtına geçmiştir.

2) Mete Dönemi (MÖ 209-174)


MÖ 209 yılında Mete, Şanyü unvanıyla Hun tahtına çıktı. Çin kaynaklarında Mao-tun olarak geçen bu hükümdara Türk tarihçileri Mete demiştir. Dünyanın en disiplinli ordusunu kuran Mete, ülke içindeki karışıklıkları önledi. Bu tarihlerde komşuları güneyde Çin İmparatorluğu, güneybatıda Yüeçiler, doğuda ise Tung-hular’dı .

Mete Han, ilk askerî zaferini kendisinden sürekli toprak isteyen Moğol kökenli Tung-hular üzerine yaptı. Onları ağır bir yenilgiye uğratarak topraklarını ele geçirdi. İkinci seferi için Mete, yönünü batıya, İpek Yolu’na hâkim olan Yüeçiler üzerine çevirdi. Onları da yenen Mete, İpek Yolu’nu kontrolü altına aldı (MÖ 203).

Tatung-Fu (Çin Sındığı) Savaşı (M.Ö.201)

Mete (Mao-tun) döneminde gerçekleşen Tatung-fu Savaşı, Türk askerlik ve strateji dehasının en önemli örneklerindendir. Babası Teoman’ın yerine Hun Devleti’nin başına geçen Mete Han, kısa sürede devlet yönetimi ve askerlik alanlarında gösterdiği başarılarıyla imparatorluğunu güçlendirmiş ve gözünü Çin’e çevirmiştir.

Mete Han, Çin’e karşı askerî bir harekâta girişmeden önce Çin’in kışkırtmalarıyla hareket eden Tunghuları ve Yüeçileri kendi boyunduruğu altına almıştır. Kuzeye ve güneye doğru genişleyerek 26 hanlığı Hun ülkesine katmıştır. Çin sınırına yakın tarlaları ektirerek Çin’i kuşkulandırmadan lazım olan yiyecek ihtiyacını tamamlamıştır. Ordusunu daha da büyüten Mete, ıslık çalan oklar diye bilinen oklarla ordusunu donatmıştır.

Kalabalık Çin ordusuna karşı yapılacak bir harekâtın çok iyi planlanması gerekiyordu. Mete Han’ın planı şöyleydi: Uzun mesafeli, yorucu yürüyüşler yerine; başlangıçta temas kuracak kadar ilerlemek, daha sonra kaçar gibi yaparak geri çekilmek ve düşmanını harekât üssünden uzaklaştırarak kesin sonuçlu bir muharebeyle düşmanı yok etmek. Mete Han’ın asıl ordusu geride, Çin ordusunu çekmek istediği Tatung-fu güneyindeki Sankan-Ho Nehri havzasının arkasındaki dağlarda saklanacak ve diğer küçük bir birlik de Çinlilerle gerçek bir muharebeye girmeden geri çekilecekti. Kış ayları geldiği için Çin İmparatorunun Hunlar üzerine saldırmama olasılığı da vardı. Bu durumu da düşünen Mete Han, ilk olarak Maye şehrine saldıracak ve bu şehrin idaresinde bulunan Han Kralı Tisi’yi kendi yanına çekmeye çalışarak Han Kralı ile Çin İmparatoru Kao-Ti’nin arasını açacaktı. Böylelikle Han Kralına duyacağı öfkeyle Kao-Ti’nin savaştan kaçması muhtemel gözükmüyordu.

Sonbaharın sonuna doğru Tiyanşan Dağları’ndaki yığınağından hareket eden Mete Han’ın ordusu, Çin sınırını aşmıştır. Bir kol; kuzeyden inen yolları gözetmek, Mete’nin harekât üssünü ve asıl ordunun yan ve gerilerini korumak için Tatung’a gitmiştir. Asıl kol da Han Krallığının merkezi Maye şehrini sarmıştır. Han Kralı bu durum üzerine İmparator Kao-Ti’den yardım istemiştir. Fakat bu kadar hızlı bir kuşatma harekâtının olamayacağını düşünen imparator, Mete ile Han Kralının anlaşmış olabileceğinden şüphelenerek yardım etmemiştir. Yalnız kalan Han Kralı, Hunlar ile anlaşmak zorunda kalmış ve ordusunu Mete’nin ordusuna katmıştır. Böylece Mete’nin planlamış olduğu Çin imparatorunu kışkırtma durumu gerçekleşmiştir. Han Kralını Çinliler üzerine salan Mete, krala Çinlilerle kesin bir çarpışmaya girmeden geri çekilme emrini vermiştir.

Sayısı 120 bini aşan birinci ordusunun başında olan İmparator Kao-Ti, Singan-Fu yönünde Han Kralı Tisi’nin ordusunu durdurmuş ve kuzeye doğru kovalamaya başlamıştır. Geri çekilen birlikler, kesin bir muharebeye girmedikleri için yıpranmamış ve Çin ordusu Mete’nin asıl ordusunun olduğu yere doğru çekilmiştir. Çinliler akın kollarını Hansin Geçidi’nde sıkıştırmış, İmparator Kao-Ti bu başarı üzerine Hun ordusunu tamamen dağıtabileceğini düşünerek daha süratli ve hırslı bir şekilde saldırmıştır. Fakat kış şartlarının ağırlaşması ve saldırıdan sonuç alınamaması üzerine askerler umutsuzluğa kapılmışlardır. Kao-Ti, Mete’nin ordusuna iyice yaklaştığını düşünerek Mete’ye elçiler göndermiştir. Mete, asıl ordularını saklamış ve elçileri yanıltmak için yaşlı ve hasta insanları toplayarak onları Hun askerleri gibi tanıtmıştır. Elçiler Kao-Ti’ye verdikleri raporda, Hun ordusunun zayıf ve bitkin olduğunu söylemişlerdir. Kao-Ti, Hunları geriden kuşatmak ve Tatung’a ulaşmak için hareket etmiştir. Bu, Mete’nin planladığı durumdur. Tatung Ovası’na giren 120 bin kişilik Çin ordusu, bir anda çevredeki yamaçlardan gelen 40 bin kişilik Türk askerleriyle karşı karşıya kalmıştır. Mete, askerlerini dört birliğe ayırmış ve her birliğe farklı renkte doru atlar vermiştir. Muharebe tamamlandığında Tatung Ovası’nda koca bir ordu imha edilmiş ve Çin imparatoru kaçarak Peteng Kalesi’ne sığınmıştır. Bu zafer sonunda Çin imparatoru, Mete’nin şartlarını kabul ederek anlaşma yapmak zorunda kalmıştır. Buna göre; Çin prenseslerinden birisi Hunlara gönderilecek ve Çin her yıl vergi verecekti.

Tatung-Fu Muharebesi, Türk askerinin kendisinden sayıca üstün kuvvetlere karşı verdiği savaşlardan sadece biridir. Toplamda 240 bini bulan Çin ordusuna karşı 48 bin Türk askerinin göstermiş olduğu başarı, dünya harp tarihinde Tatung-Fu Muharebesi’nin önemini ve Türk askerî zekasının üstünlüğünü ortaya koymaktadır.

Baideng Savaşı (M.Ö.200)


Baideng Muharebesi, MÖ 200 yılında, Hunlarla Çinliler arasındaki en ünlü çarpışmalardan biridir. Bozkırdan Çin’e doğru daha önce de akınlar olmakta ve küçük çatışmalar yaşanmaktaydı. MÖ 221’de Çin’de siyasi birlik sağlandı ve MÖ 206’da Han Hanedanı iktidara geldi. Bozkırda ise MÖ 209’da Hun yabgusu olan Mete birkaç yıl içinde bozkır birliğini kurmuştu. MÖ 200’e gelindiğinde Çin ve bozkır kendi içinde siyasi örgütlenmeyi tamamlamıştı ve o güne kadarki küçük çaplı çatışmaların yerini büyük bir savaşın alması kaçınılmazdı. İç savaşı bitiren İmparator Liu-pang/Gao-zu daha önce General Meng-tien tarafından inşa edilen kuzey savunmasını tahkim etmeye kalkıştı. Öte yandan Hunlar, iç savaştan yararlanarak aşılması zor Gobi Çölü’nün güneyinde üsler ele geçirmişti ve burayı kaybetmek istemiyorlardı.

Mete henüz kurduğu göçebe koalisyonundan bir ordu oluşturarak Çin sınırını geçti. Operasyon basit bir yağma gibi görünüyordu, ancak gerçek bir taktik ustası olan Mete’nin asıl amacı her yöne (kendi halkına, boyun eğdirdiği göçebelere ve Çinlilere) göz dağı vermekti. Elde edilecek ganimetle hem koalisyondaki diğer boy beylerinin sadakatini temin edecek, hem onları gücüyle korkutacak ve hem de kuzeyde (Hunlara göre güneyde) hareketlenmeye başlayan Çinlilere aba altından sopa göstermiş olacaktı. Gözüpek imparator, Liu-pang/Gao-zu, Mete’nin hareketine karşılık vermeyi kararlaştırdı. Mete maceraperest görünümünün altında temkinli bir stratejistti, Çin içlerine dek girip tuzağa düşmemeye dikkat ediyordu. Çin’in kuzey savunmasındaki en önemli nokta olan Mai Kalesi’ni kuşattı. Kaleyi savunan kişi imparatorun akrabası Han Hsin’di (Aynı dönemde yaşayan ünlü general Han Hsin değil). Prens yardımdan ümidi kesince teslim oldu ve Mete’nin hizmetine girdi. Mete amacına ulaşmış ve İmparator Liu-pang/Gao-zu’yu kışkırtmayı başarmıştı. İmparator Hun belasını def etmek üzere dev bir ordu kurarak kuzeye hareket etti. Mete ordusunu dağlara çekti, bir yandan da sağa sola saldırarak Çinlilere ait her şeyi yağmalıyordu. Düzensiz bir yağmacı izlenimi oluşturarak İmparator’un kendisini takip etmesini sağladı, aslında başından beri yaptığı şey Çin ordusunu tuzağa çekmekti.

Hun ordusunun tamamı süvarilerden oluşuyordu ve kuzeydeki kara ikliminden geldikleri için soğuğa hazırlıklıydılar. Eldivenleri ve kapüşonları vardı. Çin askerleriyse halktan devşirilmiş piyadelerdi ve yüksek dağlarda Hunları kovalarken soğuğun pençesine düştüler. Binlerce Çinli okçunun parmakları dondu ve Çin’in askeri gücünün önemli bir kısmı savaşamaz hale geldi. Bu Mete’nin kurduğu tuzağın ilk parçasıydı. Mete, süvarilerini hızla geri çekerek “Çinlilerin elinden kaçtığı” izlenimini uyandırdı. İmparator telaşlandı, zira önünde iki seçenek vardı. Ya Hunların elini kolunu sallayarak gitmesine göz yumacaktı ya da yalnızca hızlı birlikleri yanına alıp Hunların peşine düşecekti. Liu-pang/Gao-zu riskli olan ikinci yolu seçti. Çin ordusu ikiye bölündü, İmparator küçük ama hızlı bir birliğin başında Hunların peşine düştü.

Geri çekilmekte olan Mete, aniden durup Çinlilerin üstüne saldırdı. Çinliler bu beklenmedik hamle karşısında afallamıştı, Baideng Kalesi önünde Hunlarla karşılaştılar ve ağır bir yenilgiye uğradılar. Baideng Muharebesi, göçebeler tarafından tarih boyunca kullanılacak olan “sahte geri çekilme” taktiğinin ilk örneğidir. İmparator panik içinde kaleye çekildi. Birliklerini toparlayıp durumu değerlendirmeyi umuyordu ancak Hunlar fırsatı kaçırmayarak kalenin etrafını sardı. Mete ordusunu dört tümene ayırıp kalenin tüm çıkışlarını tuttu.

Orduların mevcutları belirsizdir. Çin ordusunun tümünün mevcudu 300.000’in üstündeydi, ancak İmparatorla beraber kaleye sıkışan öncü kuvvetin ne kadar olduğu bilinmiyor. Çin tarihçileri Hun ordusunun mevcudunun 300.000 olduğunu yazsa da bu sayı fazlasıyla abartılıdır, zira göçebelerin toplam nüfusu böyle bir ordu çıkarmaya yetmeyeceği gibi her askerin yanında en az iki at olduğuna ve bu atlar kuşatma sırasında kalenin çevresine dağılıp otla besleneceğine göre Hun ordusunun mevcudu, kabaca çayır miktarına göre sınırlanmalıydı. Buna göre Hun ordusunun mevcudunun da 20.000 ile 40.000 arasında olması gerekir.

Kuşatma yedi gün sürdü. İmparator köşeye sıkışmıştı ve barış için tüm şartları kabule razıydı. Buradan kurtulsa bile düşmanının taktik ve manevra kabiliyetine bizzat tanık olduğu için savaşı sürdüremeyeceğini biliyordu. İmparator, Hunlara barış önerdi. Çinli tarihçilere göre yabgunun karısı “yenge” ile temas kurularak hediyelerle gözü boyandı. Ve karısının etkisinde kalan yabgu barışı kabul etti. Ancak Mete’nin dehasını düşünürsek durumun başka bir açıklaması olabilir. Mete Çinlilerin yüreğine korku salmıştı, fakat kendi gücünün sınırlı olduğunun farkındaydı. Kuşatmayı uzun süre devam ettiremezdi ve Çin ordusunun geriden gelen asıl kısmıyla karşılaşması halinde iki ateş arasında kalabilir, kendisi tuzağa düşebilirdi. Ayrıca barış teklifi oldukça makuldü ve Mete, bir avuç süvariyle Çin’i işgal etmeye kalkışmayacak kadar gerçekçi bir liderdi. Sonuç olarak Çinlilerin şartlarını kabul etti ve belki de güç gösterisini zedelememek için barışa karısının ricasıyla razı olduğu izlenimini oluşturdu.

Mete psikolojik yıpratma taktiğini sonuna kadar uyguladı. Antlaşmadan sonra İmparator’un kaleden çıkmasına izin verdi ancak Çinlilerin geçeceği yolun iki yakasına askerlerini yerleştirip okları İmparator’a çevirtti. Liu-pang/Gao-zu bu korkuyu hayatı boyunca unutmayacak ve Mete’nin tüm tehditlerine boyun eğecekti. Mete daha sonra da Çin’e keyfi akınlar düzenleyip düşmanın yüreğine bıraktığı korkuyu tazelemeyi ihmal etmedi. Ancak Çinliler, Mete hayatta olduğu sürece antlaşmaya uydular. Buna göre Hunlara “hediye” adı altında yıllık vergi veriyor, kuzeydeki ticaret ve savunma bölgesini Hunlara bırakıyor ve yabguya bir prenses armağan ediyorlardı.

Hun-Çin İlişkileri


Mete, Yüeçilerden sonra Çin’e seferlere başladı. Bu sırada Çin’e Han sülalesi hâkimdi. Çinliler, Teoman zamanında, Çin’in kuzeyindeki otlakları Hunlardan almışlardı. Bu toprakları tekrar almak isteyen Mete, Çin’e karşı ilk seferine çıktı. Yapılan bu ilk seferin sonunda Çin sınırındaki Hun otlakları geri alındı (MÖ 201).

MÖ 197’de Çin imparatoru Kao-Ti bunun üzerine ordusuyla Mete’nin üzerine yürüdü. Ordusunu savaşa hazırlayan Mete bu arada bazı Çin beylerini de kendi yanına çekmeyi başardı. Öncü Hun birlikleriyle mücadele etmekten yorulan Kao-Tinin 320 bin kişilik ordusunu Mete, pusuya düşürmeyi başardı ve onları yendi. Kaçan imparator Kao-Ti, Pai-teng yaylasındaki bir kaleye sığınmak zorunda kaldı. İmparatoru takip eden Mete onu kalede kuşattı. Daha sonra barış ve dostluk antlaşması imzalandı (MÖ 197). Bu antlaşmaya göre Çin, Sarı Irmak’ın güney taraflarını Hunlara terk etti. Ayrıca Çin; yiyecek ve ipek vermeyi, yıllık vergi ödemeyi de kabul etti. Bu antlaşma Doğu Asya tarihinde iki büyük devlet arasında imzalanmış ilk uluslararası antlaşmadır.

Mete Han, bütün Çin ülkesini egemenliği altına alabilecek güce sahip olduğu halde, bunu yapmadı. Mete’nin böyle davranmasında Çin topraklarının geniş bir alana yayılmış olması ile Çin nüfusunun çok oluşu etkili olmuştur. Mete, Çin’in fethiyle buralara yerleşecek olan Türklerin Çin kültüründen etkilenerek benliklerini yitirip yok olacaklarını düşünüyordu. Bu nedenle sadece Çin’i baskı altında tutup, vergiye bağlamakla yetindi.

Büyük Hun Hükümdarı Mete, MÖ 174 yılında öldüğünde devletin sınırları; doğuda Kore’ye, batıda Aral Gölü’ne, kuzeyde Sibirya’ya, güneyde ise Çin Seddi ve Tibet yaylası ile Karakurum dağlarına kadar uzanıyordu. Büyük Hun İmparatorluğu’nun askerî ve idari teşkilatı, ekonomik ve sosyal yapısı, hukuk ve sanatı kendisinden sonraki Türk devletlerince de örnek alınmıştır.

3) Ki-ok Dönemi (MÖ 174-160)


Mete Han’ın ölümünden sonra yerine oğlu Ki-ok geçti. Ki-ok, babasının ölümüyle ayaklanan Yüeçilerin üzerine yürüdü ve onları batıya sürdü. Hunlar karşısında tutunamayan Yüeçiler batıya göç ederek MS I.yüzyılda bugünkü Afganistan, Pakistan ve Kuzeybatı Hindistan’da Kuşhan Devleti’ni kurdular.

Ki-ok, MÖ 166 yılında Çin’e sefer düzenleyerek başkentteki imparatorluk sarayını yaktı. Bu seferden sonra Çin ile olan ekonomik ve siyasi ilişkileri geliştirmek için, babası gibi Çinli bir prensesle evlendi. Siyasi amaçla yapılan bu tür evlilikler, genellikle Türk devletleri için istenmeyen sonuçlar doğurmuştur. Kalabalık bir heyetle gelen Çinli prenseslerin ekibinde casuslar da yer aldığından, bu casuslar Türk boyları ve Türk beylerini birbirine düşürmekten geri durmuyorlardı.

4) Kün-Çin (Cün-Çin) Dönemi (MÖ 160-126)


Ki-ok’tan sonra Hun tahtına oğlu Kün-Çin geçti. Çin bu dönemde ekonomik açıdan çok güçlenmişti. Çin’in en büyük amacı Büyük Hun İmparatorluğu’nu ortadan kaldırarak İpek Yolu’na tek başına hâkim olabilmekti. Bunun için çok sinsi bir politika izleyen Çin, Çinli prenseslerin ekibinde yer alan casuslar sayesinde Hun beyleri ile Büyük Hun İmparatorluğu bağlı diğer Türk boyları arasına nifak sokarak iç karışıklıkların ve isyanların çıkmasına ortam hazırladı. Ayrıca Türk ülkesine ticaret yoluyla ipek ve lüks eşyalar sokarak halkı rahata ve lükse alıştırdı. Zamanla ülke içinde huzursuzluklar ve kargaşalıklar çıktı. Bazı Hun beylerinin de Çin İmparatoruna sığınması Hun-Çin savaşlarının çıkmasına zemin hazırladı.

Kün-Çin döneminde uzun süren Çin savaşları, Büyük Hun İmparatorluğu’nu temelden sarsarak yıkıma doğru giden bir sürece soktu. Kün-Çin’in ölümü sonrasında bu süreç hızlanarak, isyanlar ve taht kavgalarının başlamasına neden olmuştur.

Büyük Hun İmparatorluğu’nun Parçalanışı ve Yıkılışı


Büyük Hun İmparatorluğu’nun Çinliler karşısındaki üstünlüğünün sona ermesi, Çinlilerin ödedikleri vergiyi ve ipeği kesmesine neden oldu. Bu durum Büyük Hun İmparatorluğu’nu ekonomik açıdan zor durumda bıraktı. Hunların tekrar güç toplayıp Çin’e karşı başlattıkları başarılı savaşlar sonucu kazanılan zaferler de kalıcı olamadı. Bu olumsuz gelişmeleri değerlendirmek isteyen Çinliler, Hunlara karşı akınlarını artırdılar. Bu akınların sonucunda İpek Yolu’nun hâkimiyeti MÖ 60’da Çinlilere geçmiştir. Bu durum karşısında Hun hakanı Ho-Han-Yeh (MÖ 58-31), Çin himayesine girmekten başka çare olmadığını düşündü. Bu düşünceye kardeşi Çiçi karşı çıktı. Bu düşünceyi utanç verici bulan Çiçi, Ho-Han-Yeh’in hükümdarlığını tanımadı ve devletin siyasî birliği parçalandı, Doğu Hunları ve Batı Hunları olarak ikiye bölündü (MÖ 58).

Batı Hunlarının başına geçen Çiçi, Çu ve Talas ırmakları arasındaki bölgeye yerleşerek ülkesini kurdu. Çiçi bu bölgede çevresi surlarla çevrili bir başkent inşa etti ve Çinlilerle mücadeleye başladı. MÖ 36 yılında Çiçi’nin başkentini kuşatan Çinliler, Çiçi’ye teslim ol çağrısı yaptılarsa da Çiçi kahramanca savaşarak ölmeyi tercih etti. Çin hâkimiyetine giren Doğu Hunları ise, hükümdarları Ho-Han-Yeh’in ölümü ile Çinlilere karşı tekrar mücadeleye giriştiler. Hükümdarları Yu-Tanhu (MÖ 18-46) zamanında tekrar bağımsızlıklarına kavuşarak, kuzeye doğru topraklarını genişletmişlerse de Yu-Tanhu’nun ölümü ile iç karışıklıklar tekrar başladı. Bu olumsuzlukların yanında birde Yu-Tanhu’nun oğulları arasında başlayan taht kavgaları, devletin tekrar Kuzey ve Güney Hunları diye ikiye ayrılmasına neden olmuştur (48).

Kuzey Hunları Çungarya’dan Orhun’a kadar olan bölgeyi, Güney Hunları ise Çin Seddi’nin kuzeyindeki topraklara sahip oldular. Kuzey ve Güney Hunları arasındaki en önemli fark, Güney Hunlarının Çin’e tabi olmasına karşılık, Kuzey Hunlarının bağımsızlıklarını korumak için mücadele etmeleridir. Çin ordularının ve doğudan da Siyenpiler’in saldırıları Kuzey Hunlarını iyice zayıflattı ve 156 yılında Siyenpiler tarafından yıkıldılar.

Hunlarda Devlet Yönetimi


Mete’nin oluşturduğu kavimler federasyonu, ilk göçebe Türk İmparatorluğu olarak Asya topraklarında kurulmuştur. Devlet, soyluluk derecesine göre hiyerarşi içine girmiş boy ve budun topluluğuna dayanırdı. İmparatora Büyük Tanhu adı verilir ve Tanhu’ya bağlı bir hassa birliği bulunur, bu birlik aracılığıyla tüm ülke yönetilirdi. Tanhu ve ailesi ülkenin en iyi sürülerine sahip olup, bu sürüler gene ülkenin en iyi otlaklarında beslenirdi. Tanhu’nun karargâhında bir merkez bürokrasisi gelişmişti ve saray bürokrasisinde okumuş Çinliler kullanılmıştı. Askeri yönetimde, Çin’e karşı savaşırken bile Çin’i bilen Çinliler danışman olarak çalıştırılmıştı. Hun İmparatorluğu, Türkler arasında ilk kez devlet niteliği gösteren bir birlik oluşturmuştu.

Bozkırda, pek uzak köşelere dağılmış boyların yönetimi için boylar sol ve sağ olarak bölünürlerdi. Askeri örgütlenmede de sol ve sağ ayırımı uygulanır, sol genellikle sağa üstün tutulurdu; çünkü güneşi yücelten Türklerde yüz güneye çevrilince sol güneşin doğduğu yerdir. Hunlarda bu durum sol bilge elig ve sağ bilge elig olarak adlandırılırdı.

Bunlar sol ve sağ kanat krallarıydı. Sol bilge elig Büyük Tanhu soyundandı ve veliahttı. Aynı zamanda sol ve sağ orduların komutanı da sayılan bu iki elig sağ ve sol boyların yönetimi ile ilgiliydi. Bunlar genellikle Tanhu’nun kardeş ve oğullarıydı. Çoğu düşman olan zorla bağımlı kılınmış bulunan boy ve budunları yönetebilmek için sağ ve sol eliglerin küçük oranda da olsa doğrudan kendilerine bağlı bir askeri güce ve büyük sürülerini otlatacak insanlara gereksinmeleri vardı. Bunu, onlara ayrılmış boy ya da budun yerine getirirdi. Göçebe sistemde toprak değil, boy ve budun paylaşılır, toprak ikinci planda kalırdı. Yerleşik feodal sistemde ise paylaşılan topraktı. Eligler bu çekirdek ordu ve boya dayanarak öteki özerk boyları yönetirlerdi. Onların hemen altında sağ ve sol doğru kralları vardı ki, Hunlar bunlara dört köşe adını verirlerdi. Daha alt köşede de altı köşe adını alırlardı.

Hunlar’da Tanhu’nun boyundan başka ayrıcalıklı ve soylu sayılan dört boy daha bulunurdu. Çin kaynaklarına göre bu boyların ikisi sağda-batıda, ikisi de solda-doğudaydı. Bu soylu boyların, Doğu’ya ve Batı’ya doğru göç etmeleri, onların da beylerinin önderliğinde bağımlı boyların yönetimine katıldıklarını gösterir. Bu soylu boylardan hepsinin Tanhu soyuna akraba oldukları belirtilir.

Ordu yalnızca soylu boyların ve köle olmayan özerk boyların sağlayacağı askerlere dayanmazdı. Savaşta yenilen ve köleleştirilen boylar da aynı biçimde asker sağlamakla yükümlüydü. Bu nedenle Mete Han bozkırda yüzyıllar boyu kullanılacak ve Cengiz Han zamanında geliştirilecek olan onlu düzenleme sistemini geliştirmişti. Ordu, her birinin başlarında şefleri bulunan 10,100,1000 kişilik bölümlere ayrılmıştı. Onbaşı, yüzbaşı, binbaşı, tümenbaşı deyimleri bu düzenlemeden ileri gelmekteydi. Bu birlikler boylar çerçevesinde gerçekleştirilirdi. Büyük aile 10, boy 100, budun ise 1000 asker sağlamakla yükümlüydü. Bazen bu rakamlar boyların ve budunların durumlarına göre değişmeler gösterebiliyordu. Bu türlü birimler Tanhu’nun, ili 24 changa ayırmasıyla bütünleşebilirdi. Tepede sol ve sağ eligler ve her iki kanatta da onbirer askeri şef vardı. Toplam sayıları iki elig ile birlikte 24’tü. Bu 24 şef içinde kağan soyundan gelen prensler ile büyük askeri şeflerin karmaşık bir hiyerarşisi bulunmaktaydı. Şefler derecelerine göre az çok kalabalık bir askeri birliğin komutanı olurlardı.

Diğer yandan, askeri sistem mülki yönetimin de temelini oluşturmaktaydı. Bu sistem akrabalığa dayalı sistemi yıkarak merkeziyetçi bir yönetim getirmişti. Hun devletinde boylar merkeziyetçi bir yapıda yaşamışlardı. Askeri şef, genellikle komuta ettiği askerlerin beyi idi. Bazen, kavim kökünden kopmuş askeri şefler kullanılmışsa da, yöresel beyler yönetimindeki boy örgütlenmesi ve boy dayanışması eskisi gibi olurdu. Barış zamanında bir boyun askerleri geleneksel beyinin yanında çobanlık yapardı. Hem beylerine, hem de beylerinin aracılığıyla Hun devletine vergi öderdi. Boylar sistemi ile Hun devletinin yönetim düzeni geniş ölçüde birbirine girmiş ve özdeşleşmişti. Hun devlet örgüsü kavim sisteminin üzerine akıllıca örtülmüş bir örtüydü. Düzenli toplanan bir kurum olmamakla beraber boy ve budunların işleriyle imparatorluğun politikası arasında eşgüdümü sağlamak için zaman zaman toplanan kurultay kağan ailesini, büyük askeri şefleri, boy ve budun beylerini bir araya getirirdi. Ekonomik işler ve askeri seferler iyi gittiği sürece Tanhu ve devlet güçlü görünürdü. Çin ve Türkistan yiyecek göndermeyince devletin ve imparatorun durumu sarsılır ve bu durumda, bağımlı yaşayan boy ve budunların merkeze karşı ayaklandıkları sık sık görülürdü. Eldeki bilgilere göre Hun devleti, vergi ve asker sağlamakla yetinen ve bağımlı boy ve budunların iç düzenlerine pek az dokunan, ince bir bürokrasiye ve hiyer arşi biçimde sıralanmış boy ve budunlara dayanırdı. Köle durumundaki boylar bile vergi ve hizmet yükümlülükleri dışında özerkliklerini korurlar ve kendi ekonomik uğraşlarını sürdürürler, kendi hayvan sürülerini yetiştirebilirlerdi. Bozkırda bir süre sonra boylardan birisi büyüyerek diğerlerine egemen olurdu. Efendi-köle ve boy ilişkisi bir sömürü düzeninin varlığına karşın geçici bir durumdu. Boylar içindeki gelişmeler, soylular ve karabudun ilişkisi önemli ve anlamlıydı. Nitekim, Tunguzlar örneğinin gösterdiği üzere, köle boyların beyleri ve ileri gelenleri de, Hun beyleri ve askeri şefleri arasında yer alırdı.


0 yorum:

Yorum Gönder