Dinler ve Zamanda Görecelik


Zaman, insanlığın merak edip cevap bulmaya çalıştığı sorulardan biri olarak tarih boyunca ele alınarak anlaşılmaya çalışılmış bir kavram olmuştur. Bu bağlamda zamanın var olup olmadığı, varsa nasıl oluştuğu, bir başlangıcının olup olmadığı, mutlak mı göreceli mi olduğu, zamanın mekânla ve hareketle ya da süre ile ilişkisi, zamanın evrenin yaratılışıyla ilgisi gibi sorular daima gündemde kalmıştır. Hem düşünce hem bilim tarihinde zamanın varlığı, oluşumu, metafizik âleme, fizikî evrene ve insanlığa etkisi merak konusu olmuş ve cevaplandırılmaya çalışılmıştır. İçinde bulunduğumuz mekan; en, boy ve derinlik olarak tarif edilmektedir. İzafiyet teorisinin getirdiği anlayışla bu üç koordinata dördüncü olarak, bir de zaman eklenmiş, toplam dört boyutlu bir evren tasvir edilmiştir. Zaman kavramı, biz insanları ilgilendiren bir konudur. Hareketin olması zamanı ortaya çıkarmıştır. Hareket olmasa zaman diye bir şey olmazdı. Zaman kavramını, hareketlerin önce ve sonra olmasını belirlemek için insanlar, meydana getirmek zorunda kalmıştır. Zaman kavramı hareket ve olaylara göre sistemleştirilmiştir. Bir olay başka birine göre değerlendirilmektedir. Bu olay diğerine göre önce oldu veya sonra oldu, şeklinde oraya hayali bir zaman kavramı yerleştirilmektedir. Böylelikle sürekli meydana gelen olayların ve hareketlerin oluş sırası belirtilmiş oluyor. Bu nedenle hareket ve fiil olmasa zaman diye bir şeyden söz etmek de mümkün olmazdı.

 Zaman fenomeni, sosyal boyut ve yansımaları itibariyle sosyolojinin önemli bir konusudur. Çünkü zaman, toplumun, toplumsal hayatın kaderidir. Toplum, zaman içinde, dünya zamanı içinde ve zamanla var olur, varlığını sürdürür. Toplumlar, medeniyetler, kültürler, toplumsal varlıklar, örneğin aileler, dinî grup ve cemaatler, siyasal gruplar, ekonomik organizasyonlar, uluslar, meslek grupları vs., hayatlarını, sosyal zaman veya sosyo-zamansal düzen içinde düzenlerler. O halde zaman, toplumun varlığının ve sosyal hayatın vazgeçilmez bir merkezî boyutunu teşkil etmektedir. Esasen zamanın, insanî olup mekân ve şartlara, yerellik ve küreselliklere göre farklı algılanabildiği, içinde olayların geçtiği şey olduğu, olayların, zaman içinde meydana geldiği, sosyal olguların zaman içinde var olduğu, zamanın varlık ve var olma ile sıkı ilişkisinin bulunduğu, insanların varlıklarının zamansallıkla ilişkili olduğu, zamanın bedenle ilintili olduğu, olayların zamansallığa sahip oldukları, zamanın kamusal geniş boyutlara sahip bulunduğu, sosyal ilişkilerin zaman üzerinden düzenlendiği, toplumsal değişimin zamandan ayrı düşünülemeyeceği, her kültürün zamanı ve tarihinin olduğu; zamanın sosyal ve kültürel bir gerçeklik olduğu tespit edildiğinde, zamanın sosyal boyutlarını incelemenin önemi kendiliğinden anlaşılmaktadır. İnsanın içinde yaşadığı alemdeki zaman ile ve akıl ötesi alemdeki zaman tamamen birbirinden farklıdır. Hatta zaman kavramı, sadece insanın yaşadığı alemde söz konusu olup, akıl ötesi alemde bir zaman mefhumundan bahsedilemeyeceği bilinmektedir. Fakat insanlar her şeyi, için de bulundukları boyuta göre anlarlar veya anlamaya çalışırlar. Çünkü insanlar yaşadığı alemin bir parçasıdır ve kendisini ondan soyutlayarak düşünemezler. Ama şu anda bilinmektedir ki, her şey insanın yaşadığı alemden ibaret değil, onun ötesinde de bir alem vardır. Onu anlamak için insanın yaşadığı alemin kıstaslarını kullanmak boşuna bir çabadır.

Modern fiziğin makro âlemde (atom-üstü seviyede) en önemli teorisi izafiyet teorisidir. Fizik açısından bu kadar önemli olan bu teorinin felsefî açıdan da pek çok kayda değer sonucu olmuştur. 20. yüzyıla Newton fiziğinin hâkimiyeti altında girilmişti. Bu fizik anlayışına göre uzay ve zaman, birbirlerinden ayrı ve mutlaktılar. Zaman; uzayın her yerinde ve tarihin her döneminde, çekim gücü, hız ve kendi içinde gerçekleşen olgulardan tamamen bağımsız olarak akan, her gözlemci ve uzayın her noktası için aynı şekilde geçerli, ontolojik yapısı mutlak ve evrensel olan bir varlık olarak kabul ediliyordu. Newton’un çizdiği evren tablosu, deneylerle ve gözlemlerle başarılı şekilde uyum gösterdiği ve sağduyuyla da uyumlu olduğu için ciddi hiçbir muhalefetle karşılaşmadan doğa bilimlerinden sosyal bilimlere, felsefeden teolojiye kadar hemen hemen bütün çalışma alanlarına kayda değer etkilerde bulunmuştu. 19. yüzyılın sonunda birçok bilim insanı, kozmolojideki temel anlayışın artık hiç değişmeyeceğini, ancak ayrıntılarda yeni bilgilerin elde edilebileceğini düşünüyorlardı. Daha önce termodinamiğin birinci yasası ‘enerjinin korunumu yasası’ ve ‘maddenin korunumu yasası’ olarak, enerjinin ve maddenin ayrı ayrı ele alınmalarıyla ifade ediliyordu. Fakat Einstein’ın ünlü E = m · c² (Enerji = Kütle × Işık hızının karesi) formülüyle, birbirlerinden bağımsız görünen bu yasalar birleştirilmiştir.[5] Bu yaklaşımla enerji ve kütle, farklı ülkelerin para birimleri gibi ele alınmaya başlanmıştır; değerleri birbirlerinden farklı olsa da birbirleriyle ilişkilerini gösteren bir formül ( E = m · c²), yani kur oranı vardır.  Einstein, 1915 yılında “genel izafiyet teorisi”ni (general theory of relativity) ortaya koymuştur. Einstein, bu kez kütlesel çekim kuvvetini de işin içine katmış ve bu kuvveti; o güne dek sanıldığı gibi uzay-zamanın düz olmayıp, kütle ve enerjinin dağılımından dolayı ‘eğri’ olmasıyla açıklamıştır. Genel izafiyet teorisine göre cisimler dört boyutlu uzay-zamanda her zaman doğru çizgiler üzerinde gitmelerine karşın üç boyutlu uzayda bize, eğriler çiziyorlarmış gibi görünürler.[8] Bu yaklaşıma göre, Dünya’mıza yakın yerde uzayı en fazla Güneş çökerttiği için, Güneş’in oluşturduğu ‘uzay-zaman çukuru’nun etrafındaki eğrilikte dönmekteyiz.[7] Aslında Newton’un yaklaşımı, gözlenen birçok hareketi rahatça açıklıyordu;, ancak çok hızlı hareket eden cisimlerin hareketini açıklayamıyordu. Özel izafiyet teorisi ile çok hızlı hareket eden cisimlerin hareketinin matematiksel açıklamasının yanında, kütlenin hızla beraber arttığı ve madde ile enerjinin karşılıklı olarak dönüşümü de gösterilmiştir.[9][7] Einstein’e göre: “Gördüğümüz evren aslında üç boyutlu değil, dört boyutludur. Üç boyutlu, dış alemin mekanı sandığımız uzay tasavvuru, gerçekte kuruntu ve yersiz korkuya düşmekten başka bir şey değildir.” Keza olayların, zaman silsilesine göre, birbirini takip ettiğini sanmamız da kuruntudur. Bize göre Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethi, 1914 tarihinde başlayan birinci dünya savaşından öncedir, ama başka dünyaların sakinlerine göre İstanbul’un fethi daha sonradır. Yani zaman, tamamen izafi (göreli, göreceli)’dir. 19. yüzyıl bilim insanlarınca yaratılmayı ve yok olmayı kabul etmeyen madde, izafiyet teorisi temsilcileri nezdinde ezeliliğini (öncesiz, ilksiz) ve maddililiğini kaybetmiştir.

 Genel izafiyet teorisi sahiplerine göre derinlik, genişlik, yükseklik ve zamandan meydana gelmiş olan dört boyutlu evren, bütün varlığı içine alamaz. Zamandan, mekandan ve maddeden ayrı boyutlar da vardır. Bu araştırmacıların başında Alman bilgini Ca Lotza gelir. Bu bilim insanı, 1920 yılında 5. boyutun varlığını söylemiştir. İngiliz bilim insanı James Ceanz da: “Bilinen şu maddi evrenin ötesinde gerçekler bulunduğunu” söylemiştir. İzafiyet teorisine göre, her şey izafidir. Yalnız ışık hızı, izafi değil, sabittir ve değişmez. 20. yüzyılda mutlak uzay ve zaman kavramlarının fiziğin ve daha genel olarak felsefenin egemenliğinden kurtulup izafileşmesi, bilimsel düşüncede gerçek bir devrimdir İlk olarak 1905’te Einstein’ın açıkladığı özel görecelik teorisi ile zamanın mutlak ve evrensel olduğu inancı yara almıştır  Paul Davies’e göre Einstein, zamanın gerçekte esnek olduğunu ve hareket yüzünden gerilebileceğini ve bükülebileceğini kanıtlamıştır. Her gözlemci kendi kişisel zaman cetvelini yanında taşır ve o, genellikle başka birininkiyle uyuşmaz. Zaman dinamiktir. Genişleyebiliyor ve bükülebiliyor, eğilebiliyor. Zamanın bu bükülebilirliği bazı insanların ötekilerden daha hızlı hareket etmesine imkân vermektedir. İlk defa duyulduğunda birçok kişiye inanılmaz gelen bu teorinin önermeleri; paradoksları çözen matematiksel yapısının yanında, deneylerle ve gözlemlerle de desteklenmiştir. ‘Bükülmüş uzay-zaman’la ilgili öngörü ilk olarak 1919 yılında, bir Güneş tutulması sırasında, Einstein’ın öngörülerine uygun şekilde Güneş’in yakınından geçen bir yıldızdan gelen ışığın büküldüğünün belirlenmesiyle gözlemsel destek kazanmıştır. Zamanın izafiliğine dair öngörü ise birbirine senkronize edilen saatlerin, uçaklarda uzun yolculuklara çıkarılması ve dönüşte saatlerin karşılaştırılması gibi yöntemlerle test edilmiş ve doğrulanmıştır. Işık hızına yakın hızda yolculuk yapılması veya Güneş’in yüzeyine insan gönderilmesi mümkün olamadığından; zamanın izafiliğiyle ilgili deneylerde ancak saniyenin milyonlarda birlik dilimlerinde izafiyet gözlemlenebilmektedir ama bu bile ‘zamanın mutlaklığı’na dair anlayışın düzeltilmesi gerektiğini göstermektedir. Daha birçok deney ve gözlemle bu teori doğrulanmış, Dünya’nın hemen hemen bütün ünlü fizikçileri bu teorinin makro âlemdeki otoritesini kabul etmişlerdir.[7] Albert Einstein’in özel izafiyet teorisine göre zaman izafi, rölativdir. Yani görecelidir. Zaman hıza, harekete ve mekân-uzaya bağlıdır, Herkesin hızına göre bir zamanı vardır. Tabii bu farklılığı belli bir hıza ulaştığında fark ediyorsun. Örneğin ışık hızının (ışık hızı yaklaşık 300.000 km/s’dir.) yüzde 87’si kadar hızla hareket eden bir kişi için zaman, yeryüzünde yaşayan kişinin zamanına göre iki kez daha yavaş akacaktır. Işık hızının % 99’u kadar hızla hareket eden bir kişi için geçen zamana karşılık dünyadaki geçen zaman on kattır. Örneğin yirmi yaşındaki iki kişiden biri ışık hızının % 99’una ulaşan bir araçla uzayda on yıl seyahat etsin. Bu kişi dünyaya otuz yaşında bir görünümle döndüğünde dünyadaki kişinin yüz yirmi yaşında olduğunu görecektir. Özel izafiyet teorisi; zamanın herkes için, her yerde aynı olmadığını ve aynı hızla geçmediğini göstermiştir. Kısaca, Albert Einstein “Eğer bir bilgin, doğa olaylarını evrensel sistemlere uygun olarak tanımlamak istiyorsa; zaman ve uzay ölçülerini değişmez değil, değişici nitelikler olarak göz önünde bulundurmalıdır.” demiştir. Özel izafiyet teorisi daha sonraları bilim adamlarınca yapılan birçok deneyle ispatlanmıştır ve herkesin bulunduğu yere ve hıza göre bir zamanı yaşadığı anlaşılmıştır. Tam Işık hızına ulaşıldığında ise zaman durur. Ulaşılması ütopik olsa bile ışık hızını geçtiğinde de zaman geriye akar. Özel izafiyet teorisi bizim ortak yaşadığımızı zannettiğimiz zamanın aslında farklı iki kişi için hareketlerinin hızına göre farklı hızda aktığını ve bunun yanında değişik mekânlarda yaşayan kişiler için bile farklı boyutlarda bulunduklarından zamanı birbirlerinden bağımsız yaşadığını ispatlamıştır. Görelilik kuramı dışarıdan karmaşık gibi görünse de aslında inanılmaz sade bir kuramdır. Kuramın sade olmasını sağlayan üç basit kural vardır. Görelilikte tek ve kesin bir referans (başlangıç noktası) bulunmaz. Örneğin herhangi bir nesnenin hızını ya da momentumunu ölçtüğünüzde nesne her zaman başka bir referansa bağlıdır. Görelilik kuramına göre ışık hızı, ölçen kişinin veya cihazın hangi hızda hareket ettiğine bağlı olmaksızın daima sabittir. Hiç bir şey ışıktan daha hızlı hareket edemez. Einstein’in ünlü teorisinin bu basit kurallarından çok önemli anlamlar çıkarılabilir. Örneğin ışık hızı her zaman sabitse, Dünya’nın hızına oranla daha hızlı hareket eden bir astronotun kol saatinin tıklamaları Dünya’da herhangi birinin kol saatinin tıklamalarından daha yavaş tıklıyor demektir. Çünkü görelilik kuramına göre, ışık hızına ne kadar yakın bir hızda hareket ediyorsanız, zaman (size göre) o kadar yavaş geçiyor demektir. Bu olguya “zaman genişlemesi” adı verilir. Şimdi daha anlaşılır olması için cümleyi tekrarlayalım: görelilik kuramına göre, ışık hızına yaklaştıkça “zaman genişlemesi” artar ve bu genişleme (size göre) zamanı yavaşlatır. Ayrıca uzay-zamanın herhangi bir noktasında kütle çekimi ne kadar fazla ise bu alanın içindeki herhangi bir nesne kütle çekiminden dolayı daha hızlı hareket edecek ve bu yine zaman genişlemesine sebep olacaktır. Bu arada, astronotların içinde bulundukları uzay araçları zaman genişlemesinin farklı bir versiyonu olan “boy kısalmasına” uğrarlar.

Yani gökyüzünde yüksek hızda hareket eden bir uzay aracının fotoğrafını çektiğinizde, fotoğrafta uzay aracının gerçekte olduğundan kısa göründüğünü fark edersiniz. Ancak elbette içerideki astronotlara göre her şey normaldir; astronotlar uzay aracının boyunun kısalmasından dolayı araç içinde ezilmemişlerdir ve hala hayattadırlar.[15] gorecelik, izafiyet, relative Einstein’in tren benzetmesi Einstein’ın izafiyet teorisi meşhur tren örneği ile şu şekilde açıklık kazanmaktadır: Aynı mekânda bulunana ancak hızları farklı olan iki gözlemci iki ayrı zaman yaşayacaklardır. Farz-ı misal, A noktasından B noktasına doğru hızla giden bir ve bu trenin üstünde bulunan gözlemcinin elinde de A noktası ile B noktasına bakan bir dürbün var. Aynı biçimde trenin dışındaki bir M noktasında da elinde dürbün bulunan bir başka gözlemci bulunuyor ve bu gözlemci de dürbünüyle aynı iki noktaya birden bakıyor. Acaba her iki gözlemci de aynı olayları görebilir mi? Einstein, buna “Hayır!” diyerek cevap vermektedir. Çünkü bu tren A noktasından B noktasına doğru hızla giderken saat tam 12’de M noktasında olsa ve bu sırada hem A hem de B noktalarına birer yıldırım düşse, M noktasında bulunan gözlemci “saat tam 12’de hem A hem de B noktasında yıldırım düştü.” derken, trenin üzerinde bulunan gözlemci ise A noktasından B noktasına doğru gitti i için A noktasına düşen yıldırımın ışığı trene biraz sonra yetişecektir. Eğer tren A noktasından saniyede 300.000 km. hızla uzaklaşmakta ise, yıldırımın ışığı hiçbir zaman trene, dolayısıyla trenin üzerindeki gözlemcinin dürbünlerine yetişemeyecektir. Bu takdirde ise, trendeki gözlemci “saat tam 12’de B noktasına bir yıldırım düştü; fakat A noktasına yıldırım düşmedi.” diyecektir. Böylece iki gözlemci de aynı mekânda oldukları halde farklı hızlarından dolayı olayları bile farklı görüp zamanı farklı yaşamış olmaktadırlar.
Kaynak

0 yorum:

Yorum Gönder